BİHTER İYİDİR
KLİNİK PSİKOLOG,MSc
&
Psikoterapist
Posts in KONULAR
MANİK DEPRESİF BOZUKLUK
07/15/2015
1,204

MANİK DEPRESİF BOZUKLUK

Manik Depreif Bozukluk, psikoloji ve psikiyatri tarihi içinde Affektif Bozukluk, Bipolar Bozukluk ya da İki Uçlu Duygudurum Bozukluğuolarak da anılmaktadır.

Bu bozukluk iki ayrı duygu durum dönemini kapsar. Depresif dönemde kişi kendisini yorgun, çökkün, umutsuz, karamsar hisseder. Kişi çoğunlukla isteksizdir ve daha önce hoşlandığı şeylerden dahi zevk alamamaktadır. Uyku ve iştahta çok artma ya da çok azalma gibi değişiklikler olur. Kişideki isteksizlik adeta yaşama karşı bir isteksizliktir. Buna zaman zaman intihar fikirleri ya da girişimleri eşlik edebilir. Değersizlik ve suçluluk duygularının yanı sıra cinsel istekte azalma ve hareketlerde yavaşlama da görülür.

Depresif dönem nasıl bir çöküş dönemiyse manik dönem de aksine, bir anlamda aşırı yükselme dönemi olarak tarif edilebilir. Bu dönemde duygu durumda aşırı coşkunluk ve taşkınlık, özgüvende abartılı ve gerçekçi olmayan biçimde artış, uyku ihtiyacında azalma görülebilir. Kişi bu dönemde her zamankinden daha konuşkan olabilir, konuşurken konudan konuya atlamalar olabilir. Dikkat dağınıklığı, dikkatin kolaylıkla alakasız konulara ve durumlara kayması sıklıkla görülür. Kişinin hareketliliğinde de artış dikkati çeker, bu hareketlilik düşünmeksizin yapılan aşırı davranışlar olarak da kendini gösterir. Cinsel arzuda artışın yanı sıra öfkelilik de görülebilir.

Depresif dönemler hasta için zor geçerken manik dönemler daha ziyade hasta yakınlarını zorlamaktadır. Manik dönemde hasta, kendisini enerjik ve coşkulu hissettiğinden bunu hastalık olarak görmeme eğilimi gösterebilir. Hasta yakınları ise bu dönemde ortaya çıkan düşüncesiz ve dürtüsel davranışlar dolayısıyla bu dönemi depresyona göre daha ciddi bir hastalık dönemi oılarak algılarlar.

Manik Depresif Bozukluğun tedavisi ilaç tedavisi ve terapiyi bir arada içerdiğinde en etkin sonuçların alındığı görülmektedir. İlaç tedavisi akut olarak ortaya çıkan depresif ya da manik epizodların kontrol altına alınmasında etkili iken tedavinin etkinliğini artırmak, epizodların yinelenme sıklığını ve şiddetini azaltmak açısından psikoterapi gerekmektedir.

Manik Depreisf Bozukluk’ta;

– Kişinin hastalığını ve semptomlarını anlayabilmesini ve kabullenmesini sağlamak,

– Kişinin depresif ya da manik epizodların başlangıcındaki semptomları tanıyabilmesini ve tanımlayabilmesini sağlamak,

– Kişinin doktorları ve yakınlarıyla işbirliği içinde tedavi sürecine aktif katılımını sağlamak,

– Tedavi sürekliliğinin ve koruyucu tedavinin önemini anlamasını sağlamak,

– Kriz durumu halinde bu durum ile nasıl başa çıkabileceği konusunda bilgilendirmek,

– Günlük yaşam stresleriyle baş etmede aktif ve rasyonel yöntemler geliştirmelerini ve bu sayede stres durumlarında epizodların ortaya çıkmadan kontrol altına alınmalarını sağlamak amaçlarına hizmet eder.

Manik Depresif Bozuklukta psikoterapi, hastalığın tekrar etmesini ve hastaneye yatış riskini azaltmakta, yaklaşmakta olan tekrarlama belirtilerinin iyi tanımlanmasına, böylelikle kişinin ayaktan tedaviye katılımını arttırarak epizodların daha kısa ve daha yüzeysel geçirilmesine katkıda bulunmaktadır.

Manik Depresif Bozukluğun terapisinde psikoeğitsel, bilişsel davranışçı ve zaman zaman içgörü kazanmaya yönelik dinamik yaklaşımlar bir arada kullanılmaktadır.

Read more
İŞYERİ SORUNLARI
03/15/2015
749
Read more
TAKINTILAR
03/15/2015
723

TAKINTILAR / OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUK

Obsesyonlar istenmeden gelen ve uygunsuz olarak yaşanan ve belirgin anksiyete ya da sıkıntıya neden olan, sürekli düşünceler, dürtüler ya da düşlemlerdir. Obsesyonları olan kişi genellikle bu düşüncelerine, dürtülerine, düşlemlerine önem vermemeye ya da bunları baskılamaya çalışır ya da başka bir düşünce veya eylemle (kompulsiyon) bunları etkisizleştirmeye çabası içine girer. Örneğin, ocağı kapatıp kapatmadığına ilişkin kuşkularıyla uğraşıp duran bir kişi ocağın kapandığına ilişkin güvence duymak için ocağı tekrar tekrar kontrol ederek bu düşüncelerini etkisizleştirmeye çalışır.

Kompulsiyonlar yineleyici davranışlar (el yıkama, sıraya koyma, kontrol etme gibi) ya da zihinsel eylemlerdir (dua etme, sayma, sözcükleri sessiz bir şekilde yineleme gibi). Kompulsiyonların amacı anksiyete ya da sıkıntıdan korunmak ya da bunları azaltmaktır. Obsesyon ve kompulsiyonlar zamanın boşa harcanmasına yol açar ya da kişinin olağan günlük işlerini, mesleki görevlerini ya da olağan toplumsal etkinliklerini bozar.

Sıklıkla görülen obsesyon ve kompulsiyonlar, bulaşma, temizlik, kontrol, simetri ve düzen, dini konular, cinsel konular, saldırganlık ve zarar vermeye dair kaygılardır ve bunları kompanse etmeye yönelik davranışları içerir.

 

Read more
PANİK BOZUKLUK
03/15/2015
776

PANİK BOZUKLUK

Panik atak, aniden başlayan ve zaman zaman tekrarlayan, insanı dehşet

içinde bırakan yoğun sıkıntı ya da korku nöbetleridir. Atak birden başlar ve genellikle

10 dakikada ya da daha kısa bir süre içinde hızla doruk düzeyine ulaşır. Çoğu zaman

buna, bir tehlikenin yaklaştığı ve kötü bir şeyler olacağı duygusu ve kaçma isteği eşlik

eder.

Panik atakla birlikte kalp çarpıntısı, terleme, titreme ya da sarsılma, nefes darlığı ya da boğulma hissi, göğüs ağrısı ya da göğüste sıkıntı hissi, bulantı ya da karın ağrısı, baş dönmesi ya da sersemlik hissi, gerçek dışılık algısı, kontrolünü kaybedeceği ya da çıldıracağı korkusu, ölüm korkusu, üşüme, ürperme ya da ateş basmaları gibi bir dizi bedensel ve zihinsel belirti görülür. Panik atak yaşayan kişiler atak anında sıklıkla “ölmek üzereyim, kalp krizi geçiriyorum, aklımı yitirmek üzereyimi kendimden geçmek üzereyim, nefes alamayacağım, inme inecek, felç olabilirim, kontrolümü kaybediyorum, tansiyonum çok yükseldi ve beyin kanaması geçirmek üzereyim” diye düşünürler. Bunların yanı sıra panik bozukluğu olan kişiler, panik ataklarının tekrarlayacağı endişesi ve beklentisiyle sürekli bir kaygı yaşayabilirler.

Read more
PSİKOZ VE ŞİZOFRENİ
03/15/2015
736

PSİKOTİK BOZUKLUKLAR ve ŞİZOFRENİDE PSİKOLOJİK DESTEK

Şizofreni ve diğer psikotik bozukluklar psikiyatik hastalıklardır ve bir psikiyatrist tarafından medikal tedavinin srüdürülmesi önceliklidir. Bu bozukluklarda psikoterapi medikal tedavinin yanı sıra kişinin hastalığı ile ilgili olarak bilgilenmesi, desteklenmesi ve bu sayede hastalığı daha etkin bir şekilde yönetebilmesi amaçlarına yöneliktir.

Psikoterapi hastalığın atak dönemlerinin tekrarlamasını ve hastaneye yatış riskini azaltmakta, akut dönem belirtilerinin iyi tanımlanmasına, böylelikle kişinin ayaktan tedaviye katılımını arttırarak atakların daha kısa ve daha yüzeysel geçirilmesine katkıda bulunmaktadır. Bu süreçte psikoterapinin en temel amacı kişinin yaşam kalitesini arttırmaktır.  Bu amaca yönelik olarak günlük yaşamda karşılaşılan stres yaratan durumların paylaşılmasına olanak sağlayarak kişinin yaşamında çözüme yönelik alternatifler geliştirmesine katkıda bulunmaktadır.

Psikoterapi sürecine hasta yakınları da dahil edilmektedir. Aile ortamı psikiyatrik hastalıkların seyrini değiştirmekte ve hastanın iyileşme sürecini etkilemektedir. Aile üyeleri hastalık hakkında yeterli bilgiye sahip olurlar ise hasta olan bireye daha kolay yardım edip destek verebilmektedirler, böylelikle tedaviye uyumun artmasına katkıda bulunabilirler. Aynı zamanda hastalığın seyri konusunda bilgili olmak, ailenin hastanın iyilik halini sürdürme sürecinde problemleri çözerken daha gerçekçi beklentiler edinmelerini sağlar.   Psikoterapi süreci hasta ile aile üyeleri arasında iletişim becerilerinin olumlu yönde değişimine de katkıda bulunur. Ayrıca aile üyelerinden birinin yaşadığı psikolojik bir rahatsızlık diğer üyeleri de etkileyeceğinden ailedeki diğer bireylerin yaşadıkları duygusal zorlanmalarla baş etmelerinde de sürecin katkısı olmaktadır.

Read more
KİŞİSEL GELİŞİM
03/15/2015
762

KİŞİSEL GELİŞİM

Kişisel gelişim yaşam boyu bitmeyen bir yolculuktur. Alınan her yaş, edinilen her deneyim kişiyi büyütmeye, olgunlaştırmaya devam eder. Bunun en önemi koşulu ise kişinin açık olmasıdır. Değişime, gelişime ve yeniliğe açıklık daha verimli, keyifli ve doyumlu bir yaşamın da anahtarıdır sıklıkla.

Yaşamda edinilen deneyimlerin ötesinde kişinin kendisinde yeterli görmediği, değiştirmek istediği özellikler ve davranış paternleri psikoterapide ele alınarak kişiyi daha ileriye götüren bir basamak olarak işev görür.

Kendini daha iyi tanımak ve anlamak, duygu ve düşüncelerine ilişkin farkındalık kazanmak, karar verme ve iletişim becerilerini geliştirmek, motivasyonu artırmak ve bu sayede eyleme geçebilirliği sağlamak kişisel gelişime yönelik terapotik çalımaların konuları içinde yer alır.

 

Read more
FOBİLER
03/10/2015
818

FOBİLER

Anksiyete, Türkçe ifadesiyle kaygı, kolay giderilemeyen bunaltı, sıkıntı, endişe duygusudur. Bu duygu hafif bir tedirginlik duygusundan panik derecesine varan yoğunluğa kadar yaşanabilir. Kişiler anksiyeteyi, sanki kötü bir haber alacakmış, kötü bir olay olacakmış gibi nedensiz bir sıkıntı ve endişe duygusu olarak algılar ve tanımlarlar. Anksiyete her insan tarafından yaşanan bir duygudur. Asıl amacı, yaşamın sürdürülmesi ve uyum davranışının gelişimini sağlamaktır. Ancak bir yere kadar sağlıklı olan bu duygunun yaşanması, bir noktadan sonra kişinin yaşamını ve diğer insanlarla olan ilişkilerini olumsuz olarak etkilemeye başlar.

Anksiyete durumunda çarpıntı, yüz kızarması, titreme, terleme, nefes darlığı, ağız kuruluğu, mide bulantısı, yutkunma güçlüğü, bulanık görme gibipek çok bedensel belirti ortaya çıkabilir. Bu belirtiler her kaygı durumunda ortaya çıkmadığı gibi, kişinin yaşadığı kaygının yoğunluğuna bağlı olarak da değişiklikler gösterebilmektedir.

Anksiyete bozuklukları; kaygının aşırı hale gelmesi ya da kaygıyla başa çıkabilme ve yönetebilme becerilerinin işlevselliğini yitirmesi sonucu ortaya çıkan psikolojik sorunlar olarak tanımlanır.

Kaygı ile ilgili güçlüklerin terapisinde pek çok farklı psikoterapotik yaklaşım etkin bir şekilde kullanılabilir. Uygun yaklaşım vakanın özelliklerine göre psikoterapist tarafından belirlenir.Yaygın olarak etkinliği açıkça gösterilmiş olan yaklaşımlardan biri bilişsel davranışçı terapi ekolüdür.

Bilişsel modele göre kişilerin anksiyete yaşamasının nedeni; olayların ve durumların kendisi değil, kişinin bu olaylarla ilgili beklentileri, getirdikleri yorumlar ve yükledikleri anlamlardır. Anksiyeteye yol açan düşünce; algılanan fiziksel ya da psikolojik tehlike ile ilgilidir. Hatalı düşünce biçimleri anksiyeteyi ortaya çıkarmaktadır. Kaygıyla ilgili olarak ortaya çıkan en yaygın yanlış düşünceler, kabul görme, rekabet, sorumluluk ve kontrol konularındadır.

Psikoterapi sürecinde hatalı düşünce biçimleri üzerinde durularak işlevsel olmayan sayıltılar sorgulanarak rasyonel düşüncenin gelişimi hedeflenirken diğer yandan davranışçı tekniklerle anksiyete yaratan uyaranla karşılaşma ve bu esnada ortaya çıkan anksiyeteyle baş etme becerilerinin kazandırılması hedeflenir.

Read more
DEPRESYON
03/07/2015
874

DEPRESYON

Depresyon, kişinin kendisini keyifsiz, üzüntülü, kederli, çökkün hissettiği bir duygu durum halidir. Psikolojik bir sorun olarak depresyonun fiziksel, zihindel duygusal, davranışsal ögeleri vardır.

Uyku ve iştahta artma ya da azalma yönünde değişimler, yorgunluk, enerji azlığı ve cinsel isteksizlik depresyonun fiziksel belirtilerindendir. Zihinsel açıdan; dikkat güçlükleri, unutkanlık, öğrenme süreçlerinde yavaşlama görülebilir. Duygusal olarak değersizlik, suçluluk ve umutsuzluk duyguları, davranışsal olarak da intihar davranışı ya da işlevselliğin etkilenmesi görülebilir. Depresif süreçler kişinin yaşamında olumsuz sonuçlara yol açabilmektedir. İlişkilerin olumsuz yönde etkilenmesi, mesleki performansta kayıplar ortaya çıkabilir.

Psikoterapotik tedaviler, sadece depresyon sürecinin  atlatılmasında değil aynı zamanda yinelemesinin önlenmesinde de etkili uygulmalardır.

Read more
CİNSEL SORUNLAR
03/07/2015
826

CİNSEL SORUNLAR

Cinsellik, sadece biyolojik bir olgu değildir, psikolojik ve sosyo-kültürel boyutları olan karmaşık bir bütündür. Bireyler cinsellik aracılığıyla düşünsel, duygusal ve sosyal alanlarda da paylaşımda bulunurlar. Cinselliğin sadece genital organlar boyutuna indirgenmesi, tablonun bütününün gözden kaçırılmasına neden olmaktadır. Sağlıklı ve mutlu bir yaşam için hiçbir cinsel davranışın zorlayıcı, sınırlayıcı, suçlayıcı, bedensel ve ruhsal açıdan zarar verici olmaması ve en önemlisi çiftin her iki üyesinin de rızası ve özgür iradesi ile gerçekleşmesi gerekir.

Bireylerin cinselliğe bakışı, kişisel olduğu kadar, toplumsal, kültürel ve dini pek çok etmenin etkileşimiyle oluşmaktadır. Toplumumuzda cinsellik halen bir tabu olarak, yani özgürce yaşanması bir yana, üzerinde konuşulması dahi yasaklı bir alan olarak kabul edilmektedir.

Cinsellik bazı evlerde “ayıp, çirkin, kötü, yasak, günah” diye dillendirilerek, bazı evlerde ise sessizliğin içine hapsedilerek, adeta yokmuşçasına gözden uzak tutularak tabulaştırılmaktadır. Oysaki sağlıklı ve doyumlu bir cinsel yaşam geliştirilebilmesi için cinselliğin yaşamın doğal ve sağlıklı bir parçası olduğunun kavranması gerekmektedir.

Cinselliğin tabulaştırılarak doğal yaşamın dışına atılması kadar, doğal olmak adına mahremiyetin ihlaline varacak seviyeye indirgenmesini de doğru bir yaklaşım olarak kabul etmek mümkün değildir.

Toplumsal değerler, gelenekler, örf ve adetler, dini inanışlar kişinin cinselliğe bakış açısını ve dolayısıyla cinsel yaşamını şekillendirmekte önemli yer tutmaktadır. Cinselliğin tabu olarak kabul edilmesi, bu konuda soru sorulamaması, konuşulamaması sağlıklı ve bilimsel bilgi edinilmesinin önünde engel teşkil etmekte ve bu nedenle toplumsal hurafeler adeta gerçekmişçesine kabul görmektedir.  Örneğin, “İlk birleşmenin çok ağrılı ve zor olduğu, çok fazla kanamanın olacağı” hurafesi, toplumsal olarak bekarete verilen önem doğrultusunda kadınları cinsel yaşamdan uzak tutmak için ortaya çıkmış bir söylencedir.

CETAD’ın (Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği), 2006 yılı verilerinde ülkemizde cinsel tedavi merkezlerine başvuran vakaların %50’sinin vajinismus olduğu, batı ülkelerinde bu oranın %10 civarında olduğu bilgisi verilmiştir. Türkiye gibi kadın cinselliğinin konuşulmadığı, baskılandığı bir toplum ile batı ülkelerinde vajinismusun görülme sıklığı karşılaştırıldığında ortaya çıkan tablo, sosyo kültürel faktörlerin cinsel işlev bozukluklarının gelişiminde oynadığı rolü açıkça göstermektedir.

Toplumun en küçük yapı taşının aile olduğu gerçeğinden yola çıktığımızda, ailenin yetiştirme biçiminin kişinin cinsel yaşam üzerinde yadsınamaz etkileri olduğu görülmektedir. Çocukluk döneminde; cinsellikle ilgili merak, kendi bedenlerine yönelik merak ve cinsel oyunlar, ergenlik döneminde; hormonal ve bedensel değişimlere paralel olarak cinselliğe ilginin artması olağan durumlardır. Ailenin cezalandırıcı, kısıtlayıcı, ayıplayıcı ve mahremiyete yer bırakmayan tutum ve davranışları kişinin gerçekçi ve sağlıklı bir bakış açısı geliştirmesinin önünde engel olmakta, bu durum yetişkin cinsel yaşamında sorunlara yol açabilmektedir.

Toplumumuzda cinsellik genel olarak tabu olarak kabul edilmekle birlikte cinsiyetler arasında fark gözetildiği de dikkati çekmektedir. Çocukluk ve ergenlik dönemlerinde erkeklere kızlardan daha fazla özerklik tanındığı görülmektedir. Sağlıklı bir cinsel yaşamın gelişebilmesi için bireyin mahremiyetine saygı duyulması gerekli olmakla berbaber, “kadınlığın” bastırılması kadar “erkekliğin” aşırı yüceltilmesi de, cinsel sorunların ortaya çıkmasına sebebiyet veren faktörler arasında sayılmaktadır.

Sağlıklı ve doyumlu bir cinsel yaşam geliştirebilmek için temel gerekliliklerden biri cinselliğe ilişkin bilimsel bilgiye ulaşılabilmesidir. Cinsellikle ilgili bilgilenme çocukluktan itibaren başlar. Ancak çevreden, akranlardan, televizyondan vb. kaynaklardan edinilen bilgiler her zaman doğru olmayabilir. Gençlere; insan üremesi, büyüme-gelişme, cinsel anatomi – fizyoloji, mastürbasyon, gebelik, doğum, ebeveynlik, aile planlaması, cinsel tepki, cinsel istismar, güvenli cinsel yaşam ve cinsel yolla bulaşan hastalıklar konularında doğru bilgi sağlanması gerekmektedir. Cinsel eğitimsizlik, bilgisizlik ve cinsel hayatla ilgili hurafeler ve yanlış inanışlar cinsel işlev bozukluklarının oluşmasında önemli etkenler olarak karşımıza çıkmaktadır.

Cinsel işlev bozuklukları cinsel yanıt döngüsü sürecindeki herhangi bir aşamada, yani istek, uyarılma, orgazm ve çözülme aşamalarından herhangi birinde ortaya çıkabilmektedir. Cinsel işlev bozuklukları, hem kadın hem erkekleri yoğun olarak etkileyen bir problemdir. Cinsel yaşamda ortaya çıkan sorunlar aynı zamanda bireylerin ruhsal ve sosyal alanda da güçlükler yaşamasına da sebep olurlar. Cinsellik biyolojik, psikolojik ve sosyo-kültürel boyutları olan bir olgu olduğundan cinsel işlev bozuklukları da, organik, psikolojik ve sosyo-kültürel faktörlere bağlı olarak ortaya çıkabilmektedir. Bireylerin cinsel yaşamlarında herhangi bir sorunla karşılaştığı durumlarda öncelikle sorunun ne olduğunun ve hangi faktörlerden kaynaklandığının doğru şekilde tespit edilebilmesi için bu alanda uzmanlaşmış ruh sağlığı profesyonellerine başvurması önemlidir.

Cinsel sorunların psikoterapisi sürecinde cinselliğe ilişkin yanlış bilgilenme ve inanışların düzeltilmesi, çiftin cinsel iletişimlerinin arttırılması ve soruna yol açan temel etkenlerin bulunup kaldırılması ya da çözümlenmesi hedeflenmektedir.

Read more
AİLE İÇİ ŞİDDET
03/07/2015
840

AİLE İÇİ ŞİDDET

Eşinize, çocuğunuza ya da aynı evde yaşayan akrabalarınıza yönelik tehdit, baskı ve kontrol, içeren, fiziksel, cinsel, ekonomik ya da psikolojik açıdan zarar görmelerine veya acı çekmelerine sebep olan her türlü davranış “Aile İçi Şiddet” olarak kabul edilir.

Şiddet günlük yaşantıda ağırlıklı olarak vurgulandığı gibi sadece fiziksel değildir, ekonomik, cinsel ve psikolojik şiddet türlerine de maalesef hem ülkemizde hem dünyada sıklıkla rastlanmaktadır.

Fiziksel şiddet kişinin karşısındakine fiziksel olarak, bedenen zarar vermesi anlamına gelir. Burada özellikle vurgulanması gereken bir mesele müdahaleye maruz kalan kişi görünür fiziksel bir yaralanma yaşamasa dahi bu davranış bir şiddet eylemidir.

Ekonomik şiddet; para vermemek veya kısıtlı para vermek, ailenin tasarrufları, gelir ve giderleri konusunda bilgi vermemek, kadının mallarını ve diğer gelirlerini elinden almak, çalışmasına izin vermemek, istemediği işte zorla çalıştırmak, çalışıyorsa iş hayatını olumsuz etkileyecek kısıtlamalar getirmek, aileyi ilgilendiren ekonomik konularda kadının fikrini almadan tek başına karar vermek gibi eylemleri kapsar.

Psikolojik şiddet; bağırmak, korkutmak, küfür etmek, tehdit etmek, hakaret etmek, ailesiyle, akrabalarıyla, komşularıyla, arkadaşlarıyla ya da başkalarıyla görüştürmemek, eve kapatmak, küçük düşürmek, çocuklarından uzaklaştırmak, kıskançlık bahanesiyle sürekli kontrol altında tutmak, başka kadınlarla kıyaslamak, nasıl giyineceği, nereye gideceği, kimlerle görüşeceği konusunda baskı yapmak, kadının kendisini geliştirmesine engel olmak gibi eylemlerdir.

Evli olduğu kişi bile olsa kadını istemediği yerde, istemediği zamanda ve istemediği biçimlerde cinsel ilişkiye zorlamak (tecavüz), başkalarıyla cinsel ilişkiye zorlamak, cinsel organlara zarar vermek, çocuk doğurmaya ya da doğurmamaya, kürtaja, enseste, (akrabalar arası cinsel taciz ya da tecavüz), fuhuşa zorlamak, zorla evlendirmek, telefonla mektupla ya da sözlü olarak cinsel içerikli rahatsızlık verici davranışlarda bulunmak gibi eylemler cinsel şiddettir.

Ailelerde ilişkinin şiddete rağmen sürdüğü durumlar vardır, bunlar ailenin ve aile üyelerinin yapısı ve dinamikleriyle olduğu kadar sosyal, kültürel ve ekonomik koşullarla da ilişkilidir. Şiddete maruz kalan kadınlar bundan utanç duyabilmekte ve bu duygu yardım arama davranışının önüne geçebilmektedir.

Kadına yönelik şiddet kadınların ve kız çocuklarının maddi ve manevi bütünlükhakkı, kişilik özgürlüğü ve güvenliği hakkı, ifade özgürlüğü ve evleneceği kişiyi seçme hakkı gibi en temel haklarından yararlanmasını engellediği için kadının insan haklarının ihlali olarak kabul edilmektedir. Ve şiddete maruz kalan kadın ve çocukların yardım ve destek ihtiyaçlarının desteklenmesi bireysel, toplumsal ve yasal sorumluluğumuzdur.

Read more